Psikolojinin Temel Süreçleri 3 * - TYT AYT 2023 (YKS 2023) Uzaktan Eğitim

Sınavlara CANLIDERSHANE.NET Uzaktan Eğitim ile hazırlanın kazanın

ERGENLİK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN HIZLI DEĞİŞİM 

Ergenlik çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemidir. Bu dönem erinlik dönemiyle başlar. Erinlik dönemi de yaklaşık 11–15 yaşları arasındadır. Dönem sonunda genç, ergen olarak adlandırılır. Ergenlik dönemi 16–19 yaşları arasında yer almaktadır.

 Ergenliği fizyolojik, psikolojik, sosyolojik yönleri bütünlük içeren bir dönem olarak görmek gerekir. Çünkü bu yönlerin hepsi birbirine bağlıdır.

 Fiziksel Gelişim: Kızlarda 10,5 yaşında, erkeklerde 12 yaşında hızlı bir fiziksel gelişim başlar. Önce kol ve bacaklar uzar, gövde daha sonra büyür (büyüme atılımı). Büyümenin farklı beden bölümlerinde aynı zamanda olmaması, orantısız bir görünüme neden olur. Bu değişime uyum yapmada zorluk ve sakarlığa yol açar. 

Bilişsel Gelişim: Piaget’e göre soyut işlemler dönemi ergenlikle başlar. Soyut düşünebilme başlamıştır. Üst düzey akıl yürütebilir (tümevarım, tümdengelim, analoji) ve bilimsel düşünme (hipotez oluşturup test etme, hipotetik düşünme) gerçekleşir. Dil kullanımı çok gelişmiştir ve mantık kurallarını içerir. 

Sosyal gelişim: Ergenlik dönemindeki en önemli değişim beden imajındaki değişimdir. Ergen için ideal beden görünümü, arkadaş grubu, aile ve toplum tarafından belirlenir. Genç için özellikle arkadaş çevresinin değerleri ve görüşleri çok önemlidir.

 ERGENLİK DÖNEMİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

 Gençlik ve Kimlik Gelişimi Kimlik, ergenlik döneminin en önemli gelişim görevlerindendir. Kimlik, bireyin kendisi hakkındaki görüşüdür. Ben kimim? Nasıl biriyim? İlerde ne olmak istiyorum? gibi sorulara verilen cevaplar kimlik duygusunun oluşmasını sağlar. Kimlik oluşumunun aşamaları şunlardır:

 Dağınıklık: Birey, kendisine örnek oluşturabilecek, benimseyebileceği seçenekleri henüz gözden geçirmemiş ve bir seçim yapmamıştır. Statüsünü, dolayısıyla hangi rolü oynayacağını bilemez. 

Körü körüne bağlılık: Birey, kendisine daha önce öğretilen, anne babasına ait görüş ve değerlere körü körüne bağlıdır. Sanki kendi değerleriymiş gibi ana babanın görüş ve değerlerini sürdürür. 

Askıya almak: Bu devrede birey, henüz hiçbir görüş ve değere bağlanmadığı için kendisini kötü hisseder. Gerçekleştirmesi gereken roller arasındaki tutarsızlıklar nedeniyle gergindir ve rol çatışması yaşar. Tüm değerlerini askıya almış ve bir seçim yapamamıştır. Yaşadığı kimlik bunalımıdır. Kimlik bunalımı, bireyin henüz kimliğini bulamadığı için içine düştüğü durumdur ve doğal bir olaydır. Kimlik bunalımı atlatılamazsa uyum daha fazla bozulur ve kimlik karmaşası ortaya çıkar. Kimlik karmaşasına düşen ergen; ne istediğini, neleri amaçladığını bilemez. Diğer insanlarla ilişkilerinde başarısızdır ve toplumun onaylamadığı davranışlarda bulunabilir.

Özdeşleşmenin başarılması: Bu aşamada birey, çeşitli değer ve görüşleri gözden geçirmiş, kendisi için en uygun bulduğu bir örnekle özdeşleşmeyi gerçekleştirmiştir. Kimlik oluşturma, yaşamın bir döneminde olup biten bir olay değildir. Yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Kişi daha önce yaptığı seçimleri, verdiği kararları, yeni deneyimler ışığında tekrar değerlendirir, özümler ve kendinde gerekli değişiklikleri yapar. Kimlik oluşumunun başarısız olması, bireyin gelişim görevinin gerçekleşmemesine ve ruh sağlığının bozulmasına yol açan bir etken olabilmektedir.

 

ORGANİZMA VE ÇEVRE İLİŞKİLERİ

 1.ORGANİZMA VE ÇEVRE 

Organizma: Biyolojik gelişimini tamamlamış ve uyarıcılara tepki verebilen canlıdır. Çevre: Organizmanın varlığını sürdürdüğü, çeşitli uyarıcılarıyla organizmayı sürekli etkileyen ve organizmadan etkilenen öğeler bütünüdür. Çevre, doğum öncesi ve doğum sonrası olarak ikiye ayrılır: 

a. Doğum öncesi çevre: İnsanın anne karnında geçirdiği süreyi ifade eder. 

b. Doğum sonrası çevre: Doğumla başlayan ve yaşam süresince devam eden çevredir. 

İki grupta ele alınır:

 ---Fiziki çevre: Organizmanın yaşamını sürdürdüğü, beslenme, barınma ve korunma gibi hayat ihtiyaçlarını karşıladığı, ses, ışık, basınç, iklim koşulları gibi uyarıcılardan oluşan çevredir.

 ---Toplumsal (sosyal çevre): İnsanlar arası etkileşimden doğan çevredir. 

Duyum

 →Uyarıcıların duyu organları tarafından alınarak beyne iletilmesi süreci ile gerçekleşen yalın olaya duyum denir. Koklama, işitme, tat alma, dokunma, görme gibi. Duyum, uyarıcının organizma tarafından fark edilmesidir. 

Duyumun oluşması için gerekli olan koşullar:

 →Bir uyarıcının oluşması: Organizmanın davranışta bulunmasını sağlayan iç ve dış faktörlere uyarıcı denir. 

→Sağlıklı sinir sistemi ve beyin: Sağlıklı duyu organlarıyla alınan uyarıcıların duyumu oluşturabilmesi, sinir sistemi yoluyla bu uyarıcıların beyne iletilmesiyle mümkündür. Sinir sistemi ve beyin sağlıklı değilse duyum oluşmaz. 

→Duyu organlarının sağlam ve yeterli olması: Organizmanın sahip olduğu duyu organları sağlam ve yeterli değilse uyarıcı algılanamayacağı için organizmanın beklenen tepkiyi vermesi söz konusu değildir. İşitme veya görme zorluğu yaşayan insanların durumları buna örnek verilebilir.

 →Uygun ortamın olması: Örneğin ses yalıtımının olduğu bir ortamda herhangi bir ses işitmemiz mümkün değildir.

 →Uyarıcı şiddetinin duyum eşiğinde olması: Duyum eşiği uyarıcının organizma tarafından fark edildiği uyarım düzeyidir. Uyarıcının organizma tarafından fark edildiği en alt sınıra alt eşik uyarıcının duyu organları tarafından fark edildiği en üst noktaya üst eşik denir. Örneğin, sesin insan tarafından fark edilebilmesi için 20 ile 20000 hertz aralığında olması gerekir.

 →Bir uyarıcının şiddeti değiştiğinde bu değişmenin organizma tarafından anlaşılabilmesi için değişikliğin bir eşiğin üstünde olması gerekir. Örneğin, hava sıcaklığı 20 dereceden 21 dereceye yükselse bu değişiklik organizma tarafından fark edilmez ama 25 dereceye yükselse organizma hava sıcaklığındaki değişmeyi fark edecektir.

 →İşte duyu organlarının uyarıcıların şiddetinde meydana gelen değişmeleri fark ettiği eşiğe farklılaşma eşiği denir.

Farklılaşma eşiği, duyum için gerekli olan bir koşul değildir. Çünkü duyum zaten gerçekleşmiş oluyor.

 

→Duyum eşiği ve fark eşiği insandan insana ve canlılar arasında değişiklik gösterir. 

→Örneğin, köpeklerin kokuyu ayırt edebilme yetisi diğer canlılardan daha fazladır. 

→Bazı insanların kulakları diğerlerine göre daha hassastır ve çok düşük sesleri bile duyabilmektedir. 

→Konservatuar sınavlarında notaların ayırt edilebilmesine yönelik değerlendirmeler yapılması fark eşiğinin insandan insana farklı olmasından kaynaklanır.

Uyarım ve Duyum ile İlgili Kavramlar

  1. Aşırı Uyarılma

İç ve dış uyarıcıların organizmayı normalin üstünde bir şiddet ve süreyle etkilemesidir. 

→Kuvvetli ışık, yüksek ses, aşırı açlık ve susuzluk, aşırı ağrı veya kaygı gibi 

b. Yetersiz Uyarılma

 Uyarıcının organizmayı normalin altında şiddet ve süreyle etkilemesidir.

 →Uzun süre evde tek başına kalmak ya da hücrede kalmak gibi. 

Aşırı ve yetersiz uyarılma durumunda algılama bozuklukları, zihinsel işlevlerde azalma, dikkat ve konsantrasyon düşüklüğü gibi durumlar ortaya çıkabilir.

 c.Dengelenme (homeostasis) 

→Aşırı ve yetersiz uyarılma sonucunda dengesi bozulan organizmanın bu dengeyi yeniden sağlama çabasına dengelenme denir. 

→Vücudun aşırı sıcakta terlemesi, soğukta titremesi… 

d.Uyum 

→Organizmanın yaşamını sürdürmesi için çevresi ile denge kurmasıdır. 

Alışma (duyusal uyum): Isı, ışık, ses, koku gibi fiziksel uyarıcılara duyumun azalmasıdır. 

→Sürekli gözlük kullanan biri bir süre sonra gözlüğünün gözüne takılı olup olmadığına bakmaz ya da parfüm kokusuna alışma… Duyarsızlaşma: Üzüntü sevinç, korku gibi psikolojik uyarıcılara karşı duygulardaki azalmadır. 

→Annesinden sürekli azar işiten bir çocuğun belli bir süre sonra etkilenmemesi gibi. Alışma, organizmanın fiziksel uyarıcılara karşı; duyarsızlaşma ise duygusal uyarıcılara karşı bir süre sonra tepki göstermemesi durumudur. 

Algı Beyne ulaşan uyarıları tanıma, anlama veya anlamlandırma olayıdır.

→Duyum, duyu organları aracılığıyla edinilen basit deneyim; algı ise basit öğelerden çağrışım yoluyla oluşturulan karmaşık yapıdır. 

→Duyumda öğrenmenin etkisi yoktur. Bu nedenle herkeste aynı şekilde görülür. Algıda ise öğrenmelerin etkisi vardır. Kişiye göre duyumlar farklı algılanabilir.

 →Duyum her zaman aynı iken algı zaman içinde gelişir, değişir. Algının özellikleri: 

1.Algı Alanı Belli bir sürede insanın çevresinde olan ve yorumlayıp anlamlandırabildiği uyarıcıların tümüdür. 

2.Algı Dayanağı 

→Organizmanın uyaranları iyi-kötü, güzel-çirkin, hoş-hoş olmayan olarak algılanmasına yol açan değerler sistemi ile insanın algılamasını etkileyen tüm yaşantı ve öğrenmelere algı dayanağı denir.

 →İnsanın çevresindeki uyarıcıları algılaması sadece uyarıcıların veya duyu organlarının bir özelliğinden kaynaklanmaz. Bir insanın içinde yaşadığı toplumun özellikleri de algılamada etkili olur. Örneğin, kurbağa bacağı Fransız için iştah açıcı iken bir Türk’ün midesini bulandırabilir.

 →Algılamaların bu şekilde farklılaşmasına neden olan değerler sistemine Algı dayanağı denir.

Algıda Değişmezlik 

→Daha önceden bilinen uyarıcıların farklı koşullarda olsa da gerçek biçim, renk ve boyutlarıyla algılanmasıdır. Algıda değişmezlik; şekil(biçim), büyük ve renk değişmezliği olmak üzere üç şekilde meydana gelir. 

1.Şekil (Biçim)Değişmezliği 

Bilinen nesnelerin farklı şekillerde görünmelerine rağmen gerçek biçimiyle algılanmasıdır. Madeni paraya hangi açıdan bakılırsa bakılsın yuvarlak olarak algılanır. 

2.Büyüklük Değişmezliği 

→Bir nesnenin gözün ağ tabakasındaki görüntüsü bu nesneden uzaklaşıldığı ölçüde küçülür. Ama biz onu aynı büyüklükte algılarız. Buna büyüklük değişmezliği denir. 

Örneğin, uçak havalandığında aşağı bakıldığında evler küçücük algılanır ama biz evleri yine aynı boyutta algılarız. Uzaktaki nesneler küçük görünmesine rağmen normal boyutlarında algılanır. 

3.Renk Değişmezliği

 Bilinen nesnelerin farklı koşullarda farklı renklerde görünmesine rağmen gerçek rengiyle algılanmasıdır. 

→Gün batımında kar farklı renkte görünse de beyaz olduğunu biliriz.

Ağlıda değişmezliğin olabilmesi için o nesnenin önceden algılanmış ya da öğrenilmiş olması gerekir.

 →Algıda değişmezlik sayesinde, uyarıcıları farklı farklı durumlarda da olsalar onları gerçek nitelikleriyle tanımaya devam ederiz.

 →Bu algı özelliği olmasaydı her uyarıcıyı her konumda ayrı ayrı öğrenmemiz gerekecekti. 

→En basit bir uyarıcı için, örneğin bir sandalye için bile yüzlerce öğrenme gerekecekti. 

→Bu algı özelliği sayesinde bu zorunluluk ortadan kalkmış olmaktadır.

 

4.Algıda Seçicilik ve Dikkat 

→Duyu organlarına gelen birçok uyarıcıdan sadece bazılarının algılanmasıdır. Algıda seçicilik, insanın çevreden ve kendi fizyolojik yapısından gelen tüm uyarıcıları algılamayıp onlar arasında bir seçim yapması durumudur. 

→Algıda seçiciliği sağlayan süreç dikkattir. Ders çalışan birinin dersine yoğunlaşarak sokaktan gelen sesleri veya TV’deki sesi duyması, haberleri dinlerken sadece üniversite hazırlık ile ilgili haberi veya tutmuş olduğumuz takımla ilgili haberi algılamamız algıda seçicilikle ilgilidir. 

DİKKAT VE ÇEŞİTLERİ 

Dikkat düşünce ve zihin gücünün (psiko-fizik enerjinin) belli noktada yoğunlaşmasıdır. Seçici Dikkat: Bireyin iradesiyle olmayıp uyarıcının fiziksel özelliklerinden dolayı dikkatin oluşmasıdır. 

Çekilen Dikkat: Bireyin iradesiyle olmayıp uyarıcının fiziksel özelliklerinden dolayı dikkatin oluşmasıdır. Birçok ışıklı tabela içinde en parlak olana yoğunlaşma gibi.

 Dikkat Değişmesi: Dikkatin bir uyarıcıdan diğer uyarıcılara kaymasıdır. Ders dinleyen birinin dikkatinin konuşan arkadaşına yönelmesi gibi. 

Dikkatsizlik: Dikkatin kesik ve oynak oluşudur. Zihnin belli bir konuda yoğunlaşmamasıdır. 

Dalgınlık: Bireyin kendisini, ilgisi dışındaki konulara fazlasıyla vermesidir.